Cerrahide Sistemik Hastalıklar

 

Kalp Hastalığına Bağlı Semptomlar:

  • İskemik miyokard ağrısı
  • Dispne
  • Siyanoz
  • Palpitasyon: Kişinin kalp atımlarını hissetmesi
  • Yorgunluk hissi
  • Ödem
  • Diğer semptomlar: Öksürük, Hemoptizi, Nokturi(gece idrara çıkma ihtiyacı), iştahsızlık, batında şişlik, kilo kaybı

Ateroskleroz

  • İskemik kalp hastalıklarının %90’ından sorumludur.
  • Damarın intima tabakasında yağ dokusundan oluşan sert ve donuk beyaz renkte aterom plakları oluşur; trombüs, stenoz, emboli, ülserasyon, kalsifikasyon ile damar daralması-tıkanmasına neden olur.
  • Organ veya dokularda iskemi veya nekroza neden olabilir. Beyni besleyen damarlarda olursa krizlere ve geçici felçlere neden olur.
  • Risk faktörleri: Yüksek tansiyon, Yüksek kolesterol, Sigara, Diabetes mellitus

  • Diş hekimlerinin yaklaşımı:

 

  • Öykü daha detaylı alınmalı, konsültasyon yapılmalı
  • Semptom göstermeyebileceği de unutulmamalı
  • Kesin teşhis konulana kadar konservatif ve basit cerrahi tedaviler yapılmalı, diğerleri ertelenmeli

Anjina Pektoris

  • Geçici miyokard iskemisinin bir semptomudur.
  • Miyokardda laktik asit ve diğer metabolitler birikir, sinir uçları etkilenir ve ağrı oluşur.
  • En önemli sebep koroner arterdeki aterosklerozdur.
  • Göğüste şiddetli ağrı, nefes alamama, sıkışma ve yanma ile seyreden ani nöbetlerle karakterizedir.

Ağrı:

  • Eforla gelir.
  • Omuzlara, özellikle sol kola, boyuna, alt çeneye, sırta, dişlere ve kulağa yayılabilir.
  • Önemli özelliği eforla ortaya çıkması, dinlenme ile kaybolmasıdır.
  • Bazen ağrı olarak değil de bası, yanma, gerilme veya dolgunluk hissi gibi algılanır.
  • Birkaç dakika sürebilir.
  • Keskin ve bıçak saplanır tarzda olmayan ağrılar bazen 20 dakikaya kadar sürebilir.
  • Nitrogliserin(İsordil – dil altı) tabletlerin kullanılmasıyla veya hastanın dinlendirilmesiyle geçmesi karakteristik özelliğ
  • Emosyonel stresler(Korku, endişe, kızgınlık) nedeniyle başlayabilir.
  • Diş hekimlerinin yaklaşımı:

 

  • Öncelikle iyi öykü alınmalı ve konsültasyon yapılmalıdır.
  • Ani korkuya sebep olabilecek işlemlerden kaçınılmalıdır.
  • Kaygı azaltıcı protokol uygulanmalıdır.
  • Hasta yoruluyorsa veya nabız değişiyorsa tedavi sonlandırılmalıdır.
  • Hastanın ağrı duymaması için yeterli derinlikte anestezi yapılmalıdır.
  • Adrenalin 0,04 mg ile sınırlandırılmalıdır. 1/200.000 adrenalin içeren 4 ampulden fazla kullanılmamalıdır.
  • Hasta kullandığı ilaçları yanında getirmelidir.
  • Cerrahi işlem sırasında hastaya oksijen
  • Antikoagülan kullanıyorsa kanama riski vardır. Warfarin kullanan hastalarda PT değeri 1,5-2 katına kadar çıkabilir.
  • Hasta ile sözlü iletişim devam ettirilmelidir.
  • Göğüs ağrısı olursa işlemlere ara verilir. Ağrı 15 dakikada geçmezse hastaneye sevk edilir.

Miyokard Enfarktüsü

  • Şiddetli ve uzun süreli iskemidir. Geriye dönüşümsüz nekroza neden olur.
  • Bulantı ve terleme ile birlikte uzun süreli göğüs ağrısı olur.
  • Ağrı sıklıkla sol kola vurur.
  • Terleme, halsizlik, bulantı, kusma, cildin soluk ve soğuk olması, ölüm korkusu, hırıltılı solunum, çarpıntı, hipotansiyon, senkop da ağrıya eşlik edebilir.
  • Ağrı dinlenme ile geçmez veya hafiflemez. Nitrogliserine cevap vermez, Morfin gerekir.
  • Dinlenme esnasında veya emosyonel stresi takiben meydana gelebilir.
  • Hastaya acil servise gidene kadar 100-300mg aspirin çiğnetilmesi, morbidite/mortalite oranını azaltır.

Diş hekimlerinin yaklaşımı:

 

  • Konsültasyon mutlaka istenir.
  • Dikkatli olunmalıdır.
  • 6 ay boyunca hiçbir girişim yapılmamalıdır.
  • Kaygı azaltıcı protokol uygulanmalıdır.
  • Tansiyon, nabız gibi parametreler takip edilmeli; gerektiğinde işlem iptal edilmelidir.
  • Hasta göğüs ağrısı hissettiği anda doktoruyla iletişime geçilmelidir.
  • Adrenalin 0,04 mg ile sınırlandırılmalıdır.
  • Hasta hiç ağrı duymadan işlemler bitirilmelidir.
  • Hastanın doktoru ile görüşülerek antikoagülan tedavisi düzenlenmelidir.
  • Hastada mide bulantısı ve kusmaya eğilim vardır.
  • Antiaritmik ilaçlar taşikardiye yol açabilir. Bu ilaçlar ağızda oral ülserasyonlara neden olur.
  • Hastada kalp pili varsa elektrocerrahi aletler kullanılmaz.
  • Hastaya müdahale öncesinde nitrogliserin
  • Destekleyici olarak oksijen verilebilir.
  • Cerrahi işlemler için cerraha sevk düşünülebilir.

 

Kalp Yetmezliği

  • Kalbin yeterli kanı pompalayamaması ile oluşur..
  • Sağ kalp yetmezliğinde kan dolaşımı venöz kısımda toplanır.
  • Sol kalp yetmezliğinde ise ilk anda kan akciğerlerde toplanır.
  • Konjestif kalp yetmezliği: Hem sol hem de sağ ventrikül yetmezliğinin birlikte olduğu, miyokard hipertrofisi ile karakterize bir durumdur. Sonuçta pulmoner ödem ve karaciğer bozuklukları meydana gelebilir.

  • Dispne en büyük klinik bulgudur.
  • Sol kalp yetmezliğinde pulmoner semptomlar, sağ kalp yetmezliğinde periferik ödem ön plandadır.
  • Kalp yetmezliğinde hasta düz yatmada zorlanır.
  • Ortopne: yatar pozisyondaki dispne
  • Aşırı yorgunluk ve halsizlik vardır.

  • Diş hekimlerinin yaklaşımı

 

  • Konsültasyon yapılmalıdır.
  • Kaygı azaltıcı protokol uygulanmalıdır.
  • Oksijen uygulanabilir.
  • Ani pozisyon değişiklikleri bayılmaya neden olabilir.
  • Ortopnesi olan hastalar yatar pozisyonda tedavi edilmemelidir.
  • Yetmezlik kontrole alınana kadar genel anestezi risklidir.
  • Cerraha sevk düşünülebilir

  • Konjenital Kalp Hastalıkları
  • İnsidansı 8/1000’dir.

 

  • Nedenleri:
  • Genetik
  • Hamilelikte geçirilen rahatsızlık
  • Işın
  • İlaç kullanımı

 

  • Diş hekimlerinin konjenital kalp hastalarına yaklaşımları
  • Tedavi öncesi mutlaka konsültasyon istenmelidir.
  • Endikasyonu varsa operasyon öncesi antibiyotik profilaksisi uygulanmalıdır. Bu profilaksi kalp romatizmalarındakiyle aynıdır.
  • Kalp ameliyatı olan hastayı diş kaynaklı sepsis tehdit eder.
  • Fokal enfeksiyon odakları kaldırılmalıdır.
  • Aritmiler
  • Hastalarda en fazla çarpıntı şikayeti vardır
  • Tanıları EKG ile konur.
  • Bu hastalarda genellikle iskemik kalp hastalığı hikayesi vardır.

Tipleri:

  • Ekstrasistol
  • Taşikardi
  • Bradikardi

 

Taşikardi: Nabzın 100’ün üstünde olması durumu

Bradikardi: Nabzın 60’ın altı olma durumu

NABIZ

  • Kanın sol karıncıktan büyük atardamara pompalanması sırasında, uç noktalardaki atardamarlarda (periferik arterlerde) oluşturduğu dalgalanmadır.
  • Kalp atışının uçtaki atardamarlardan hissedilmesine NABIZ
  • Nabız, kalbin 1 dakika içinde kaç kez kasıldığını yansıtır.
  • Nabız alınan noktalar: Boyun (karotis arter), El bileği (radiyal arter), Kasık (femoral arter), Dirsek içi (brakiyal arter), Diz arkası (popliteal arter), Ayak üstü, kulak önü, şakak vs.

Normal nabız:

  • Erişkinde: 60-90 kez
  • Çocukta: 80-100 kez
  • Bebekte: 100-120 kez

Yaklaşım

  • Stres ve endişeye bağlı olarak aritmiler meydana gelebilmektedir.
  • Ciddi aritmiler; anjina pektoris, myokard enfarktüsü, konjestif kalp yetmezliği ve serebrovasküler hasarın oluşma riskini arttırabilir.
  • Bu hastalar antikoagülan kullanıyor olabilirler.
  • Ritim düzenleyici olarak kalp pili taşıyor olabilirler.
  • Aritmi hastalarında stres ve endişe giderilmelidir. (Sedatif verilebilir)
  • Tedavi seansları kısa tutulmalıdır.
  • Normal nabzı olan ve semptom vermeyen hastalarda konservatif tedaviler yapılabilir. Basit cerrahi girişimler için konsültasyon istenir.
  • Antiaritmik ilaç yan etkileri, tedaviyi güçleştirebilir.

Endokarditler

  • Endokardit; bakteriyel, viral veya fungal orjinli olabilir.
  • Endokardit çok defa kalp kapakçıklarını tutar.

 

AKUT ENFEKTİF ENDOKARDİT

  • Yüksek virülanslı mikroorganizmalar, normal kalp kapakçıklarını tutarak harabiyet yaparlar.
  • Hasta, klinik olarak akut septisemiye benzer tablo gösterir.
  • Endokard vejetasyonları, kapakçıklardan kopup değişik organlarda emboliye neden olabilirler.
  • Akut tipte ateş daha yüksektir, hastalığın seyri daha kötüdür, prognoz daha kötü ve ölüm oranı daha yüksektir.
  • Hastalarda; eklem ağrısı, anemi, kap yetmezliği, tırnak altı kanamaları, göz dibinde kanama, kapak lezyonu sonucu üfürümler vardır.
  1. B) SUBAKUT ENFEKTİF ENDOKARDİT
  • Nispeten daha düşük virülanslı mikroorganizmaların; romatizmal kalp hastalığı, konjenital kalp hastalığı ile daha önceden hasara uğramış kalp kapaklarına yerleşmesiyle ortaya çıkar.
  • En önemli mikroorganizma, alfa hemolitik streptokoklar(S. Pyogenes) dır.
  • Hastalık sinsidir, semptomlar birkaç ay süreyle ortaya çıkmayabilir.
  • Hastalar genellikle giderek artan halsizlik, kilo kaybı, iştahsızlık, ağrı ile grip benzeri semptomlardan şikayet ederler.
  • Emboli, ekstremite ve parmak uçlarında ağrı, akut vasküler yetmezlik, hafif sarılık ve davul tokmağı şeklinde parmaklar meydana gelebilir.
  • Yaklaşım
  • Fokal bakteri odakları yok edilmelidir (Çürükler, periodontitisler, periapikal hastalıklar)
  • Diş fırçalama da dahil herhangi bir dental işlem, bakteriyemi ihtimalini artırır.
  • Diş çekimi, endodontik uygulamalara kıyasla 7 kat daha fazla bakteriyemi riski taşır.
  • Endodontik tedaviler başarıyla sonuçlandırılmalıdır.
  • Diş çekimi kaçınılmazsa, bekteriyemiyi önlemek için diş eti sağlığı mükemmel olmalıdır.
  • İşlem öncesi mutlaka profilaksi uygulanmalıdır.

PROFİLAKSİ

1) STANDART GENEL PROFİLAKSİ (tek doz) AMOKSİSİLİN

  • Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 2g
  • Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 50mg/kg

 

2) AĞIZDAN İLAÇ ALAMAYAN HASTA (tek doz)

  • Ampisilin erişkin: İşlemden 30dk önce IV 2g
  • Ampisilin çocuk: İşlemden 30dk önce IV 50mg/kg
  • Sefaleksin erişkin: İşlemden 30dk önce IV 2g
  • Sefaleksin çocuk: İşlemden 30dk önce IV 50mg/kg
  • Sefalozin, Seftriakson erişkin: İşlemden 30dk önce IV 1g
  • Sefalozin, Seftirakson çocuk: İşlemden 30dk önce IV 50mg/kg

 

3) PENİSİLİNE ALERJİK HASTA (tek doz) KLİNDAMİSİN

  • Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 600mg
  • Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 20mg/kg

 

4) PENİSİLİNE ALERJİK VE AĞIZDAN İLAÇ ALAMAYAN HASTA (tek doz)

  • Klindamisin erişkin: İşlemden 30 dk önce IV 600mg
  • Klindamisin çocuk: İşlemden 30 dk önce IV 20mg/kg

 

*Total çocuk dozu erişkin dozunu aşmamalıdır.

KAN HASTALIKLARI VE AĞIZ BULGULARI

  • Genel bir kural olarak hematolojik değişiklikler; ağzın yumuşak dokularında büyümeler, ülserasyonlar, nekroz ve kanama tablolarını ortaya çıkarırlar.

 

Monositik lösemide ve anemilerde ağızdaki değişimler ve gözlenen bulgular hastalığın predominant bulgularıdırlar.

Yapılan kan tahlillerinde hematokrit değeri %30’un, hemoglobin miktarı 9gr/dl’nin altında olan hastaları ileri inceleme için sevk etmek gerekir.

Ağızda görülebilecek değişiklikler:

  • Diş eti veya mukozada spontan kanamalar
  • Genel yaklaşımlarla kontrol edilemeyen postoperatif kanamalar
  • Ağız kavitesinde bulunan çok sayıda peteşiler
  • Mukozada dikkat çekici renk solukları
  • Tedaviye cevap vermeyen kronik Vincent hastalığı(ANUG) ve benzer hastalıklar
  • Belirgin bir sebebe bağlı olmaksızın görülen dil ve ağızda spontan ağrı hissi, dil papillalarının atrofisi
  • Ağızda bulunan yoğun akut enfeksiyon
  • Ağız bölgesinde tedaviye geç cevap veren veya ciddi bir hastalık tablosuyla birlikte görülen ülseratif olgular
  • Aşağıdaki kişilerde de kan hastalıkları gelişme riski olduğundan dikkatli olunmalıdır:
  • Röntgen teknisyenleri
  • Öyküsünde uzun süreli kanama olanlar
  • Dişetlerinde metal tuzları birikimi olanlar

 

ANEMİLER

  • Çeşitli tiplerdeki anemiler birbirlerinden, hemoglobin ve eritrosit miktarındaki farklı düzeylerdeki azalmalarla ayrılırlar.
  • Anemi kendi başına bir hastalık değildir, çeşitli hastalıkların sonucu meydana gelir.
  • Farklı anemi tiplerinin değişik klinik bulguları vardır.
  • Anemi vakalarındaki ortak klinik bulgular:
  • Cilt, mukoza ve kaslardaki renk solukluğu
  • Cilt ve mukozalardaki küçük kanamalar

 

 

Anemilerin sınıflandırılması

1) Kan kaybına bağlı gelişen posthemorajik anemiler

 

2) Kan üretiminin azalmasına bağlı gelişen anemiler:

  • Pernisiyöz anemi (İntensek faktör eksikliğine bağlı yetersiz B12)
  • Demir eksikliği anemisi
  • Aplastik anemi

 

3) Kan elemanlarının tahribine bağlı gelişen anemiler:

  • Cooley anemisi, akdeniz anemisi
  • Orak hücreli anemi
  • Kan kaybına bağlı gelişen posthemorajik anemiler
  • Travmaya bağlı olarak kısa sürede gelişen ve fazla miktardaki kan kaybına bağlı olarak gözlenen akut ve kronik anemilerdir.

 

  • Akut anemide: ağız bulguları, renk solukluğu
  • Konik anemide ise enfeksiyonun gelişimine eğilimli bir ağız ortamı, renk solukluğu ve atrofik bir dil yapısı vardır.

Pernisiyöz anemi

  • Genelde 40 yaş ve üstünde görülür.
  • Total beyaz hücre sayısı normal veya azalmıştır.
  • İntrensek faktör eksikliğine bağlı megaloblastik makrositer
  • Kemik iliği, megaloblastik hücre artışına bağlı olarak değişen düzeylerde hiperplazi gösterebilmekte; eritrosit sayısı ve hemoglobin düzeyi oldukça azalmış durumdadır.
  • En sık görülen belirti: el ve ayaklarda uyuşmadır.
  • Giderek artan renk solukluğu, dispne, anjina, halsizlik, zayıflık, iştahsızlık, bulantı, çarpıntı, nefes darlığı, baş dönmesi, kulak çınlaması görülebilir.
  • Bunlara ek olarak diyare vaya atrofik glossitis de görülebilir.
  • Hastaların yaklaşık yarısında dilde ağrı ve yanma hissi, dil papillalarında seyrelme gözlenebilir.
  • Dil başlangıçta şiş, ağrılı ve kırmızıdır.
  • Zamanla papillalar silinir, dil kırmızı ve kaygan bir görünüm alır.
  • Genellikle ilk olarak dil ucu etkilenir, daha sonra dil kenarları ve dorsumu olaya katılır.

 

  • Bu tip hastalıklarda dil ile ilgili tüm komplikasyonları içeren olaya Hunter Glossitisi
  • Tedavide seçilecek ilaç B12 vitamini olup parenteral uygulaması tercih edilmelidir.
  • Bazı acil vakalarda kan transfüzyonu gerekebilir.
  • Hastalarda dilde ağrı şikayeti varsa mutlaka hematolojik inceleme yapılmalıdır.

Demir eksikliği anemisi

  • Demir eksikliğinin kansızlığa sebep olması için depo demirinin (hemosiderin ve ferritin) kaybolması
  • Serum, demiri ancak depolar boşaldıktan sonra düşmeye başlar ve bu devrede anemi ortaya çıkar.

  • Nedenleri:
  • Kronik kan kaybı
  • Dengesiz beslenme (yetersiz demir alımı)
  • Organizmanın demir ihtiyacının artması
  • Barsakta demir emiliminin bozulması
  • Hemodiyalize bağlı veya kardiak hemolitik anemi gibi hastalıklarda hemoliz
  • İdrar yolu ile demir kaybı
  • Hemoglobin miktarı 9gr/dl’nin altına düşmediği sürece sadece sinirlilik, yorgunluk, baş ağrısı ve ekstremitelerde uyuşma görülür.
  • Anemi derinleştikçe dilde ve ağızda yanma, yutkunma güçlüğü ortaya çıkar.
  • Tırnaklar ince ve kırılgandır.
  • Çocuklarda toprak ve kül yeme alışkanlıkları görülür.
  • Solukluk ve taşikardi tespit edilebilir.
  • Dil soluk ve papillalar atrofiktir.

 

  • Genellikle orta yaşlı kadınlarda görülen ve Plummer Wilson sendromu olarak da bilinen sendrom kompleksinin bir parçası olarak da ortaya çıkabilir.
  • Bu sendromda dil ve ağızda ağrı, farinkste atrofik değişiklikler, özofagusta lökoplakiye bağlı olarak gıdaların boğazda düğümlenmesi gibi semptomlar oluşur.
  • Özellikle demir eksikliği anemisinde ağız köşesinde anguler stomatit denen inflamasyonlu yarıklar oluşur.
  • Hastaların yüz ifadesinde, dudaklarda kontraksiyon sonucu sürekli bir hoşnutsuzluk ifadesi karakterizedir.
  • Tedavisinde en önemli kural demir eksikliğinin sebebini bulup ortadan kaldırmaktır.

Aplastik anemi

  • Hemopoetik dokunun yerini bağ dokusu alması sonucu kemik iliğindeki aplazi veya hipoplazi ve kanda anemi, nötropeni, trombositopeni ile karakterize bir hastalıktır.
  • Klinik bulguları:
  • Cilt ve mukozalarda renk kaybı
  • Oküler kanamalar
  • Ağızda kanama
  • Ülserasyon ve nekrozlar
  • Hastalığın geç bulguları akut lösemiye benzer olup: ağız içerisinde peteşiler, gingival kan sızıntıları, hematomlar, periodontal lezyonlar ve çeşitli stomatitlerdir.
  • Demir miktarında belirgin bir artış vardır ve hastalık genel olarak ölümcül seyreder.
  • Tedavisinde etiyolojide rolü olduğu düşünülen tüm ilaç ve kimyasal maddeler bırakılmalıdır.
  • Çoğu zaman hasta, destek tedaviye ihtiyaç duyar:
  • Enfeksiyonlar için antibiyotik tedavisi
  • Kanamaya karşı trombosit tranfüzyonları
  • Semptomatik anemi için eritrosit transfüzyonu

  • Aplastik aneminin ağız belirtileri ve tedavileri lösemi ile aynıdır.
  • Lökopeni sebebiyle yaygın oral ülserler ve hemorajik ülserler, gingivitis görülebilir.
  • Dil atrofiktir, ağrı ve yanma hissi de olabilir.
  • Diş çekimi mümkünse ertelenmeli veya antibiyotik verilerek ve cerrahi sonrası enfeksiyon ihtimaline karşı gerekli tedbirler alınarak yapılmalıdır.
  • Ertelenemeyecek büyük operasyonlar ancak belirli periyotlarda hemoglobin ve eritrosit tayini yapılmalıdır.

Cooley anemisi
(AKDEN
İZ ANEMİSİ)

  • Talassemi majör ve minör olmak üzere iki türü vardır.
  • Konjenital bir anemi olup klinik ve hematolojik açıdan diğer anemilerle benzerlik göstermekle birlikte prognozda bazı farklılıklar görülür.
  • Bu hastalıkta hemoglobin sentezinde bozukluklar ve eritrosit yıkımında artış vardır.
  • Talassemi minör genelde asemptomatik seyreder
  • Talassemi majör sinsi ve yavaş bir başlangıç dönemine sahiptir. İlk belirtileri halsizlik, güçsüzlük, bazen de sarılığı takiben ortaya çıkan ciltteki renk solukluğ
  • Daha sonra hepatomegali ve splenomegaliye bağlı olarak karın bölgesinde büyüme ve şişlik oldukça belirgindir.
  • Epistaksis sık görülür.
  • Hastalığın tedavisi kan transfüzyonu olup hastalar genellikle puberte dönemine kadar yaşayabilirler.
  • Kök hücre nakli tedavi başarısını artırır.
  • Talassemili hastalarda zigomatik yapılar, eğik göz yapıları, çıkıntılı frontal kemik, burun kemiklerinin basık yapısı, soluk ve adeta yarı kapalı haldeki göz kapakları; yüzde karakteristik olan mongoloid görüntünün oluşmasına yol açar.
  • Üst çene alt çeneye göre daha büyük olup, üst ön dişlerde protrüzyon ve diestemalar görülür.
  • Üst dişlerde sifilizdekine benzer girinti ve çıkıntılar mevcuttur.
  • Çene kemikleri radyolojik olarak incelendiğinde kalınlaşmayla saptanan bir osteoporöz ortaya çıkar.
  • Derin bir damak kubbesi dikkati çeker.

Orak hücreli anemi

  • Hemoglobin S (HbS) olarak da bilinen anormal hemoglobine bağlı olarak ortaya çıkan orak şekilli eritrositlerle karakterizedir.
  • HbS’de beta zincirinde görülen yapı değişikliği, oksijenin azaldığı ortamda hemoglobinin taktoid(uzun çubuk) denilen kristaller yapmasına ve eritrositi deforme etmesine sebep olmaktadır.
  • Çıkıntılı fusiform bir şekil alan ve serbestleşen eritrositler(orak hücreler) nedeniyle kanın viskozitesi artar, küçük damarlarda kan akımı yavaşlar ve sonuç olarak da arteriollerde tıkanmalar meydana gelir. Öte yandan orak hücreler kolaylıkla hemolize olurlar.
  • Orak hücreli anemililer dental enfeksiyonlara karşı hassastırlar. Bu sebeple düzenli diş bakımı çok önemlidir.
  • Sert doku değişiklikleri göze çarpar, hipersementoz gelişebilir. Kemik iliği hiperplazisi ve çenelerde osteoporöz vardır.
  • Dental gelişim çok az etkilendiği halde iskeletsel gelişim yavaşlar.
  • Lamina dura belirgin ve artmıştır.
  • Daimi dişlerde hipomineralizasyon görülebilir, ancak çürük oluşumu artmamıştır.
  • Kafatası kalınlaşmıştır.
  • Yoğun radyoopasiteleri kafatası ve çene kemiğinde görmek mümkündür.
  • Orak hücre anemisinde ağız mukozası sarımtırak ve soluktur.

  • Çene kemiklerinde infarktlar oluşur ve ağrılıdır.
  • Kemik infarktı önce radyolüsent görülür, sonra sklerotik hale geçer.
  • Bazen akut perikoronitis gibi dental enfeksiyonları başlatabilir.
  • Orak hücre anemili hastaların diş tedavileri hematolog ile işbirliği yapılarak gerçekleştirilmelidir.
  • Rutin konservatif işlemler lokal anestezi ile yapılabilir. Ağızda hissedilen ağrı diş kaynaklıdır fakat kemik enfarktüsü ve osteomiyelitten de kaynaklanabilir.
  • Akut enfeksiyonlar kriz oluşumunu hızlandıracağı için acilen tedavi edilmelidir.
  • Cerrahi müdahaleler antibiyotik profilaksisi altında yapılmalıdır.

 

Kan hücrelerinin üretimindeki artışa bağlı olarak ortaya çıkan kan hastalıkları Polisitemia Rubra Vera (Vacquez hastalığı)

  • Eritrosit yapımının artması ve tahribatının azalmasına bağlı olarak oluşan bir eritrositoz
  • Primer ve sekonder polisitemia vera olmak üzere iki tipi vardır.
  • Genellikle 50 yaşın üzerinde görülür.
  • Sebebi tam olarak bilinmemektedir.
  • Sekonder polisitemie vera’nın etiyolojisinde kardiyovasküler hastalıkların rolü olduğu düşünülmektedir.
  • Hastastada baş ağrısı, baş dönmesi, halsizlik ve geçici körlük vardır.

 

  • Her iki formda da:
  • müköz membranlar koyu kırmızı veya mor renk almış,
  • dil ve ağız mukozalarında peteşi,
  • spontan gingival kanamalara eğilim,
  • diş çekimi veya operasyon sonrasında pıhtılaşma mekanizmasındaki eleman yetersizliği ve eritrosit sayısının artmasına bağlı olarak kontrol edilemeyen kanamalar dikkati çeker.

LÖSEMİLER

  • Lökosit ve diğer kan hücrelerinin kontrolsüz ve geri dönüşümsüz proliferasyonu sonucu; kemik iliği, periferik kan ve diğer dokuları istila etmesiyle karakterizedir.
  • Etyolojik nedenleri:
  • Radyasyon
  • Kimyasal maddeler

(Benzen, Kloramfenikol, Fenilbutazon)

  • Genetik faktörler
  • Virüsler

Ağız ve sistemik bulgular

  • Erken teşhis açısından ağız bulguları önem taşır. Akut lösemilerin 1/3’ünde başlangıçtan itibaren ağız belirtileri vardır.
  • Ağız kanamaları ve peteşiler
  • Mukoza solukluğu ve diş eti kanamaları
  • Yoğun lösemik infiltrasyona bağlı diş eti şişmeleri (Dişleri örtecek seviyeye kadar çıkabilir)
  • Nekrotik veya ülsere hale gelebilen morumsu diş etleri

  • Servikal lenfadenopati
  • Tonsillerde şişlik
  • Fungal veya herpetik enfeksiyonlar
  • Ağız ve paranazal sinüslerde kandidiyazis
  • Radyolojik olarak incelmiş lamina dura, yer yer kaybolma, alveoler kemik kaybı.

 

Yaklaşım

  • Oral hijyen temini şarttır.
  • Gerekliyse antifungal profilaktik tedavi uygulanabilir.
  • Diş eti kanaması fazlaysa trombosit transfüzyonu yapılabilir.
  • Mutlaka tedavi öncesi konsültasyon istenmelidir.
  • Konservatif tedaviler tercih edilmelidir. Acil durumlar dışında cerrahi müdahaleler remisyon dönemine kadar ertelenmelidir.
  • Lökosit sayısı < 2000 hücre/mm3 ve trombosit sayısı < 50.000 olduğu durumlarda cerrahi müdahale ertelenemiyorsa platelet transfüzyonu yapılmalı, ardından yara iyileşmesi tamamlanana kadar antibiyotik verilmelidir.
  • Mutlaka asepsi sağlanmalı, atravmatik çalışılmalı, süturda rezorbe olabilen materyal tercih edilmelidir.
  • Nitröz oksit sedasyonu ve aspirin

 

  • Tedavide kemoterapi tercih edilir, cevap alınamazsa lenf düğümlerini ve dalağı küçültmek için radyoterapi de uygulanır.
  • Kemoterapinin temel öğesi non-selektif antineoplastik ilaçlardır.
  • Kemoterapiye ilaveten antibiyotik ve steroidler de kullanılabilir.

 

Hemorajik Bozukluklar

İnsanda hemostaz 3 faktörle sağlanır:

  • Damar duvarı (vasküler spazm)
  • Kandaki trombositler (trombosit tıkaç formasyonu)
  • Pıhtılaşmayı etkileyen plazma proteinleri (koagülasyon)

Bu 3 faktörden herhangi birine bağlı gelişen hastalıklarda:

  • Spontan kanamalar
  • Peteşi ve ekimoz
  • Küçük cerrahi işlem sonrası uzun süren kanamalar görülebilir.

1)VASKÜLER DEFEKTLER (Damar duvarı):

  • Herediter hemorajik telanjektazi
  • Skorbüt

2)TROMBOSİT DEFEKTLERİ

 

3)PLAZMA PROTEİNLERİNİN EKSİKLİĞİNE BAĞLI DEFEKTLER:

  • Hemofili
  • Von Willebrand hastalığı

 

Herediter hemorajik telanjektazi

  • Kanama zamanı, Koagülasyon zamanı, pıhtının büzülmesi ve trombosit sayısı normaldir.
  • Turnike testi (kılcal damar duyarlılık testi) negatiftir.

  • Damar duvarları ince bir endotelle kaplıdır ve çabuk kanarlar.
  • Terminal damarlarda genişlemeler olur ve klinik olarak kırmızı makül ve papüller şeklinde görülür.
  • En sık görülen semptom epistaksis olup ağız mukozası ve GIS kanal kanamaları da görülebilir.
  • Kronik kanama ile anemi gelişebilir.

Skorbüt (Scurvy)

  • VitC eksikliği ile karakterizedir.
  • Peteşiler, diş etlerinde şişme, spontan kanamalarla ortaya çıkar.

Trombosit defektleri

  • En sık karşılaşılan trombositopenik purpuradır.
  • Trombosit sayısında azalma, kanama zamanında uzama, pıhtı mekanizmasında yetersizlik söz konusudur.
  • Turnike testi pozitiftir, kogagülasyon ve protrombin zamanı normaldir.
  • Etkileri:
  • Cilt ve mukozada spontan kanamalar ve peteşi
  • Oral kavitede kanamalı diş etleri, ekimoz ve peteşi
  • Epistaksis

 

Hemofili

  • Cinsiyete bağlı olarak resesif geçiş gösteren herediter bir hastalıktır.
  • Hemofili A ve Hemofili B olarak ikiye ayrılır.
  • Hemofili A’da faktör VIII,
  • Hemofili B’de faktör IX

 eksiktir.

  • Koagülasyon zamanı uzamıştır, protrombin zamanı normaldir.
  • Hastalığın şiddeti, faktörün plazma aktiflik seviyesine bağlı olarak ortaya çıkar.
  • Faktör seviyesi %0:
  • Ağır hemorajik tablo
  • Eklem ve kas içine spontan kanamalar
  • Tekrarlayan eklem içi kanamalar
  • Eklemde deformite, ankiloz, kalıcı sakatlıklar

 

  • Faktör seviyesi %1-5:
  • Küçük travmalarla ağır kanama oluşması
  • Hematomlar ve intramüsküler kanamalar
  • Spesifik tedavisi yoktur. Esas tedavi eksik olan faktörün hastaya verilmesidir.
  • Kanamaları klinik olarak kontrol altına almak için faktör seviyesi %15-20 arasında, cerrahi müdahalede kanama olmaması için %30-35 arasında tutulmalıdır.
  • Tedavi başlangıcından itibaren her 12 saatte bir faktörün hastaya uygulanması gerekir.
  • Faktör IX’da yarılanma ömrü 24 saat olduğundan günde tek doz alınması yeterlidir.
  • Yaklaşım
  • Konservatif işlemlere acilen başlanmalıdır.
  • Periodontal hastalıklar engellenmelidir.
  • Tedbirsiz cerrahi müdahalelerde oluşan kanamalar ölümle sonuçlanabilir.
  • Diş çekiminden önce dişin çekim zorluğunun belirlenmesi için mutlaka radyografi çekilmelidir.
  • Bir defada en fazla 2 diş çekilebilir.
  • Çekim kavitesine fibrin köpüğü, jelatin sünger (spongostan) veya trombin preparatı ile tamponlama yapılabilir.
  • Çekimden sonra hemostaz temin edilemediğinden sütur atılmamalıdır.
  • Operasyon sonrası antibiyotik
  • Konservatif tedaviler mümkünse anestezisiz yapılmalıdır.
  • Anestezide infiltratif yöntem tercih edilmelidir, ragional yöntem hematoma neden olabilir.
  • Kas içi enjeksiyondan kaçınılmalıdır
  • Aspirin verilmemelidir
  • Kan alma ve enjeksiyondan sonra 5 dakika lokal basınç uygulanmalıdır.

 

Von Willebrand hastalığı

  • vWF, Faktör VIII’in stabilizasyonunu ve trombositlerin adezyonunu sağ
  • Hastalıka vWF eksiktir. İlk olarak posoperatif kanama sonucu anlaşılabilir.
  • Kanama zamanı ve aPTT uzamıştır, protrombin zamanı ise normaldir.

  • Bulgular:
  • Epistaksis
  • Deride morarma (siyanoz)
  • Hematom
  • Ağız kanamaları

Hipertansiyon

  • Sistolik 140 mmHg, diastolik 90 mmHg’nin üzerindeki arter basıncıdır.
  • Oksipitalde şiddetli baş ağrısı ve epistaksis gözlenebilir
  • Tansiyona, 20-30 dakika istirahat etmiş kişide en az 3 kere bakılmalıdır.
  • Sistolik kan basıncının artmasında yaşın da büyük önemi vardır.
  • Hipertansiyon, esansiyel ve sekonder olmak üzere 2 başlık altında toplanır.

Esansiyel hipertansiyon

  • Primer hipertansiyon da denir.
  • Hastaların %95’inde sebepsiz olarak ortaya çıkar.
  • Kalıtımın büyük rolü vardır.
  • Bu hastaların %80’inin ailesinde de hipertansiyon bulunur.
  • Etyolojisinde:
  • Şişmanlık
  • Fazla tuz tüketimi
  • Stresli hayat

vardır.

Sekonder hipertansiyon

  • %5 oranında görülen ve sebebi bilinen hipertansiyondur.
  • En çok rastlanan sebepleri:
  • Böbrek hastalıkları
  • Kardiovasküler sebepler
  • Gebelik toksemisi
  • SSS hastalıkları
  • İlaç (Sempatomimetikler, oral kontraseptifler, amfetaminler, östrojen)
  • Klonidin veya beta bloker kesilmesi
  • Diastolik arter basıncına göre hipertansiyon
  • Hafif hipertansiyon: 90-104 mmHg
  • Orta dereceli hipertansiyon: 105-114 mmHg
  • Ağır hipertansiyon: 115-129 mmHg
  • Malign hipertansiyon: 130 mmHg ve üzeri

 

  • Hipertansiyondan korunmak için alınması gereken önlemler:
  • Zayıflama ve egzersiz
  • Tuz kısıtlaması
  • Sigara bırakılması
  • Stresten uzaklaşmak
  • Bitkisel yağ kullanımı
  • Oral kontraseptiflerden kaçınmak
  • Yaklaşım
  • Stres ve endişe azaltılmalı
  • Ağrılı müdahalelerden kaçınılmalı
  • Diazepam sedasyonu yapılabilir.
  • Sabah randevusu oluşturulmalı, seanslar kısa tutulmalı
  • Adrenalinsiz lokal anestezik kullanılmalı
  • Antihipertansif kullananlarda kusma ve bulantı artabilir
  • Barbitüratlar aşırı hipotansiyona yol açabilirler
  • Postural hipotansiyon görülebilir

  • Kan akımı artışına bağlı pulpal ağrılar oluşabilir
  • Tansiyon sürekli kontrol altında olmalıdır.

Solunum Sistemi Hastalıkları

  • Bazı solunum sistemi hastalıkları; anestezi, analjezikler, narkotikler ve solunum sistemine deprasan etkili diğer ilaçların uygulanmasında kontraendikasyon teşkil eder.
  • Solunum sistemi hastalıklarının önemli belirtileri:
  • Oksürük, hırıltılı solunum
  • Siyanoz, parmaklarda çomaklaşma
  • Solunum esnasında yardımcı solunum kaslarının kullanımı ile interkostal bölgenin içeri çekilmesi (retraksiyon)
  • Toraks yapısında değişiklik ve patolojik solunum sesleri
  • Dispne, Göğüs ağrısı, Kanlı balgam

Astım

  • Solunum yollarında görülen daralmadır.
  • Nefes almada güçlük ve hırıltı vardır.
  • Trakea ve bronşlarda:
  • Mukus salgısı
  • Düz kas spazmı
  • Mukoza ödemine bağlı yaygın bir daralma

vardır.

  • Yaklaşım
  • Stres azaltıcı protokol uygulanması, sedasyon(diazepam) yapılması tedavi yapabilme imkanı sağ
  • Barbitüratlar solunum inhibisyonu yaptığından, antihistaminik ilaçlar bronş salgısını kuruttuklarından kullanılmamalıdır.
  • Hasta tedavi sırasında düz olarak yatırılmamalıdır.
  • Astım nöbetlerini kontrole almak için kortikosteroid benzeri ilaçlar bulundurulmalıdır.
  • Aspirin ve NSAI ilaçlar astım krizlerini tetikleyebileceğinden kullanılmamalıdır.

 

  • Bazı hastalarda etken bakteriyel fungal veya vüritik olabilir. Bu hastalarda tedavi sonuçlanıncaya kadar müdahale edilmemelidir.
  • Astım tedavisinde kullanılan epinefrin, efedrin gibi bronkodilatatörler kalp üzerinde ciddi yan etki oluştururlar. Dikkatli olunmalıdır.
  • Astım tedavisinde teofilin(Aminocardol), aminofilin gibi ilaçlar kullanılmaktadır. Eritromisin veya Klindamisin verilmesi teofilinin yan etkisini artıracağından kombine olarak kullanılmamalıdır
  • Uzun süreli kortikosteroid tedavisi gören hastalarda viral ve fungal enfeksiyon gelişme olasılığı artar. Cerrahi öncesi profilaksi yapılmalıdır.

Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH)

  • Halk dilinde kronik bronşit, müzmin

bronşit olarak bilinir.

  • Akciğerlerdeki havayollarının

daralmasına bağlı olarak soluk alıp

verme sırasında hava akımının kısıtlanması

ile karakterizedir.

  • Amfizem ve kronik bronşit klinik şekilleridir.
  • En önemli sebep sigaradır.
  • En önemli şikayet dispne’dir.
  • Cor pulmonare denilen, pulmoner arter basıncı ve pulmoner arter direncindeki ciddi artıştan dolayı oluşan sağ kalp yetmezliği meydana gelebilir.

  • Risk Grupları
  1. Düşük:
  • Sadece ağır egzersizler sırasında dispne
  • Bronkodilatatör veya steroid tedavisi uygulanmaz
  1. Orta:
  • Egzersiz sırasonda dispne ve hipoksemi
  • Sürekli bronkodilatatör tedavisi altında olup bazen kortikosteroid ilave edilmiştir.

III.Yüksek:

  • Dinlenme sırasında dahi dispne veya cor pulmonale
  • Devamlı bronkodilatatör ve steroid tedavisi görürler.
  • Yaklaşım
  • Düşük risk grubundaki hastaya her türlü tedavi yapılabilir ancak tedavi süreleri uzun tutulmamalıdır.
  • Steroid kullanan hastalarda tedavi öncesi doktor konsültasyonuyla steroid artırımı yapılır.
  • Cor pulmonale’li hastalarda aritmi meydana gelme olasılığı yüksek olduğundan adrenalinsiz lokal anestezik tercih edilmelidir.
  • Yüksek risk grubunda komplike cerrahi girişimler hastane ortamında gerçekleştirilmelidir. Solunumu deperese edici ilaçlardan (sedatifler, tranklizanlar, narkotikler) uzak durulmalıdır. Non-narkotik analjezikler tercih edilmelidir.

 

Endokrin Sistem Hastalıkları

GUATR

  • Tiroid bezinin normalden büyük olmasıdır.

 

  • Basit (nontoksik) guatr:
  • En sık karşılaşılanıdır
  • Tiroid bezi büyümüştür ancak tiroid fonksiyonlarında bozulma yoktur.
  • Sebebi iyot eksikliği

  • Zehirli guatr:
  • Tiroid bezi çeşitli sebeplerle normalin altında çalışır.
  • Kanda tiroid hormonlarının düzeyi düşer.
  • Negatif feed-back etkisiyle TSH salınımı artar.
  • Artmış TSH tiroid bezini hiperplaziye uğratır ve aşırı çalışmaya zorlar.
  • Tirotoksikoz oluşur.

 

  • Yaklaşım
  • Guatr şüphesi uyandıracak öyküsü varsa T3, T4, ve TSH düzeyleri ölçülmelidir.
  • Daha önceden geçirilmiş miksödem koması varsa iyi değerlendirilmelidir:
  • Bradikardi, hipotansiyon, hipotermi, hipoglisemi, ventilasyon bozukluğu, kardiyovasküler kollaps görülen durum.
  • Tedavi edilmemiş hastalarda müdahaleler hipertioidizm geliştirebileceğinden dikkatli olunmalıdır.
  • Genel anestezi yerine mümkün olduğunca lokal anestezi tercih edilmelidir.

Diyabet

  • Yara iyileşmesi yavaşlar
  • En önemli bulgusu
  • Normalde 70-100 mg/dl olan açlık kan şekerinin 126mg üstüne çıktığı durumlarda diyabet teşhisi konmaktadır.

  • Yaklaşım
  • Diyabet şüphesi varsa hastanın açlık kan şekeri kontrol edilmelidir.
  • Kan şekerinin yüksek olduğu durumlarda cerrahi müdahale ertelenir ve hastanın doktoruyla konsültasyona gidilir.
  • Stres, vücudun insülin ihtiyacını artıracağından stressiz çalışılmalıdır.
  • Randevular sabah ve kısa olmalıdır.

 

  • Tip-I diyabette:
  • Hasta normal kahvaltısını yapmalıdır.
  • Eğer kahvaltı yapmadan operasyona alınıyorsa ve operasyon sonrası oral fonksiyonuna geç başlayacaksa kullandığı insülin dozunun yarısı verilir.
  • Tip-II diyabette:
  • Hasta cerrahi öncesi ve sonrası yemek yiyebilecekse, hastaya normal bir kahvaltı yapması ve normal dozda antidiyabetik alması söylenir.

 

  • Enfeksiyon şüphesi varsa antibiyotik verilmelidir.
  • Adrenalinsiz anestezik madde kullanılmalıdır.
  • Aspirin oral hipoglisemik ilaçların etkisini artıracağından kullanılmamalıdır.
  • Klorpropamid ve diğer bazı antidiyabetik ilaçlar, ağız mukozasında liken planus benzeri reaksiyon yapabilirler.
  • Kan şekeri 300mg/dl üzeri ise hasta kontrol altına alınana kadar müdahale edilmemelidir.
  • Steroid Kullanımı
  • Adrenal korteksten salgılanan glukokortikoidlerle aynı yapıda olan ve aynı etkiyi gösteren sentetik steroidler yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin; prednizolon, prednizon, metilprednizolon
  • Prednol, triamsinolon (Kenakort-a), dektrametazon (Dekort), beklometazon gibi steroidler gibi steroidler antiinflamatuar ve immünsüpresif olarak kullanılır.
  • Tümörlerde de antineoplastiklerdir.
  • Kortikosteroid tedavisi görenlerde adrenal korteks fonksiyonlarında azalma görülür.
  • Kardiyovasküler kollaps görülebilir.
  • Fonksiyonların normale dönmesi, ilaç bırakıldıktan sonra 2 haftayı bulabilir.

 

  • Nörolojik Hastalıklar

EPİLEPSİ

  • Beyin korteksindeki hücrelerin muhtelif bozuklukları sonucu ortaya çıkar.
  • Geçici şuur kaybı, istemsiz kasılmalar, ağızda köpürme, duyu, düşünce ve davranış değişiklikleri ile karakterize nöbetli bir hastalıktır.
  • Grand mal epilepside nöbet aura ile başlar, yani hasta nöbetin geldiğini hisseder.

 

 

  • Yaklaşım
  • Kontrol altındaki hastalarda, doz; konsültasyon ile iki katına çıkartılarak tedaviler yapılabilmektedir.
  • Lokal anestezikler rahatlıkla kullanılabilir.
  • Hastaların kullandığı fenitonin (Epanutin) yan etkisine bağlı gingival hiperplaziler sık görülür. Dişlerin sürmesi gecikebilir.
  • Bazen nöbetin ardından şuurda düzelme olmaksızın peşpeşe nöbetler gelişebilir. Bu duruma stratus epileptikus 5-10 mg diazepam IV olarak yavaşça veya IM olarak verilir. Oksijen verilmesinde de fayda vardır.

 

 

Kronik Böbrek Yetmezliği

  • Etiyolojisinde; Glomerulopatiler, Herediter böbrek hastalıkları, Hipertansiyon, Obstrüktif üriner sistem hastalıkları, Kronik üriner sistem hastalıkları,
  • İnterstisyel nefrit, Renal vasküler hastalıklar,
  • Böbrek ilgili metabolik hastalıklar, Nefrotoksinler,
  • Kronik radyasyon nefriti, Enfeksiyonlar (tüberküloz) yer alır.

  • Yaklaşım
  • Ağızda kalıcı kandida enfeksiyonu oluşabilir.
  • Kötü tat alma, halitozis, ağız kuruluğu görülebilir.
  • Nefeste amonyak kokusu
  • Parotiste inflamasyon ve genişleme olur.
  • Kanamalar görülür.
  • Transplantasyon sonucu siklosporin kullanımı dişeti hiperplazisine yol açar.
  • Antibiyotiklerin, hipnotiklerin, anesteziklerin dozları azaltılmalıdır.

 

  • Analjezik ve NSAI atılımı gecikebileceğinden GIS kanamaları oluşabilir.
  • Organ nakli geçirenler immünsüpresif kullandığından tedavi öncesi antibiyotik profilaksisi yapılmalıdır.
  • Cerrahi tedavi yapılması düşünülüyorsa hemostatik problemler oluşabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
  • Diyalizden sonraki gün en uygun zamandır.

 

  • Doğrudan nefrotoksik ilaçlar:
  • Tetrasiklinler (Doksisiklin hariç)
  • Streptomisin (Tbc tedavisinde kullanılır.)
  • Eritromisin
  • Sülfanomid
  • Aspirin
  • Fenasetin
  • Fenilbutazon
  • Fenobarbitan
  • Antihistaminikler
  • Doz ayarlaması gerekmeyenler:
  • Sefalotin
  • Kloksasilin
  • Doksisiklin (Tetradox)
  • Kodein
  • Kloral hidrat (Hipnotik)
  • Diazepam
  • Sodyum amital

 

Gebelik

  • Yapılacak olan her türlü girişim anne ve fetüsün sağlığını etkiler.
  • Plasenta, bazı ilaç ve kimyasallara karşı pasif difüzyonla geçirgendir.
  • İlaç ve kimyasalların fetüste oluşturduğu deformitelere teratojenik etki denir.

  • Fetusun Gelişim Evreleri
  • Preembriyoink dönem:
  • İlk 17 günlük dönem
  • Teratojenik etkiye maruz kalan fetüs genelde ölür.

 

  • Embriyonik dönem:
  • 18-55. günler arası
  • Teratojenik etkilere en fazla duyarlı olunan dönemdir.
  • Organogenezis dönemi

 

  • Fetal dönem:
  • günden sonrası
  • Organ oluşumu devam eder, oluşmuş organlar büyür.
  • Gebelikte Antibiyotik Kullanımı
  • Gebelerde antibiyotik kullanımı FDA tarafından sınırlandırılmıştır.
  • Sınıf A: Kontrollü insan çalışmalarında bu gruptaki ilaçların riski bulunamamıştır. Gebelerde güvenlidir.
  • Sınıf B: Gebelerde kullanılabilir. Hayvanlarda risk oluşturup insanlarda oluşturmadığı veya yalnızca hayvanlarda risk oluşturmadığı saptanan ilaçlardır.
  • Sınıf C: Risk tamamen dışlanmamıştır. İnsan çalışmaları yoktur ancak hayvan çalışmalarında fetal yan etkilerin görüldüğü ilaçlardır.
  • Sınıf D: Risk vardır. Fetüse zararlı olan ancak anne sağlığının tehlikede olduğu durumlarda kullanılır.
  • Sınıf X: Gebelerde kesinlikle kullanılmaz.

  • Antibiyotikler Ve Etkileri
  • Penisilinler (PenG, PenV, Ampisilin, Amoksisilin) ve Sefalosporinler:
  • Her üç trimesterda da kullanılabilir. Sakınca yoktur.
  • Gebelikte en fazla kullanılan antibiyotik; amoksisilin/klavulanik asit denilen beta laktam grubu penisilindir.

 

  • Aminoglikozitler (Streptomisin, Gentamisin, Kanamisin):
  • Fetusta 8. kafa çifti hasarına bağlı sağırlık oluşturabileceğinden hamilelerde kullanılmaz.

 

  • Makrolidler ve Linkozamidler:
  • Eritromisinin stearate bileşiği gebelikte kullanımı güvenli iken, eksolate bileşiği hepatotoksik etkili olduğu için sakıncalıdır.
  • Linkomisin ve Klindamisin teratojenik etkisi bildirilmediği için ve hamilelerde pseudomembranöz kolit nedeniyle kullanımı sakıncalıdır.

 

  • Metronidazol:
  • Deney hayvanlarında teratojenik ve karsinojenik etkisi saptanmış ancak insanda bu etkileri görülmediğinden çok dikkatli olunmalıdır.

 

  • Kloramfenikol:
  • Gri çocuk sendromuna neden olur, kullanılmamalıdır.

 

  • Tetrasiklinler:
  • Kalsiyuma şelasyonla bağlanarak kemik ve dişlerde birikirler. Dişlerde renklenmelere neden olur.
  • Diş ve kemiklerde gelişim bozuklukları ve deformitelere neden olurlar.
  • Hamilelerde nefrotoksik ve hepatotoksik etkileri vardır.
  • Hamilelere kesinlikle kullandırılmamalıdır.

 

  • Sulfonamidler:
  • Megaloblastik anemiye yol açabilirler
  • Kullandırılmamalıdır.
  • Analjezikler ve Etkileri
  • Morfin ve benzeri narkotik analjezikler:
  • Hamileliğin son dönemlerinde kullanılmamalıdırlar.
  • Doğuma yakın kullanıldığında bebeğin solunum depresyonuyla doğmasına neden olabilirler.

 

  • Aspirin:
  • Hamilelik sırasında kullananlarda düşük kilolu bebek ve ölü bebek doğum oranı artar
  • Aspirin ve diğer non-narkotik analjezikler (piroksikam, diklofenak, ibuprofen, naproksen) doğum gecikmesi, kanama artması, anemi gibi problemlere neden olabilirler.
  • Hamilelerde kullanılmamasında fayda vardır.

 

  • Parasetamol:
  • Herhangi bir teratojenik etki saptanmamıştır.
  • Kullanımı en emniyetli olan analjeziktir.

 

  • Diazepam ve Benzodiazepinler:
  • İlk trimesterda kullanımı sonucu dudak-damak yarıkları görülür.
  • Hamilelik süresince kullanılmamalıdır.

 

  • Lidokain:
  • Herhangi bir teratojenik etki göstermez.

 

  • Gebelerde ilaç etkisi neden daha az?
  • Böbrekler daha fazla çalışır. İlaçlar çabuk atılır.

 

  • Özellikle 2. trimesterda damarlardaki kan miktarı artar. İlaçların düzeyi kanda düşer.

 

  • İlaçların çoğu plesantadan geçerek bebeğe ulaşır. Kanda azalır.
  • Yaklaşım
  1. trimester ertelenemez tedaviler için en uygun dönemdir.
  2. trimesterda ünit çok yatırılmaz. Vena cava inferior sendromu gelişebilir.
  • En sağlıklı yatış pozisyonu sol tarafa yatmaktır. Sağa da yatılabilir.
  • Hipotansiyon ve senkop gelişirse Trendelenburg pozisyonuna alınmalıdır.
  • Penisilinler sütten bebeğe geçerek alerji yapabilir.

  • Aspirin ve ibuprofen gebeliğin 3. dönemi sonunda kullanılmazlar.
  • Kodein ilk trimesterda kullanılmaz.
  • Tetrasiklin ve streptomisin tüm gebelik boyunca kullanılmaz.
  • %50 oksijenle birlikte nitröz oksit ilk dönemde kullanılmaz.
  • Diazepam ve barbitüratlar gebelik boyunca kullanılmaz.

 

  • İlk ve 3. dönemin ikinci yarısında röntgen çekilmez.

 

GIS Hastalıkları

Peptik Ülser

  • Pepsin ve HCl etki alanına giren mide, duodenum ve özofagusun alt kısmında meydana gelen ülserleşmelere denir.
  • Etiyolojisinde: Kalıtım, Stres, aşırı alkol kullanımı, Yüksek doz Prostaglandin sentez inhibitörü kullanımı, Kortikosteroid kullanımı yer alır.
  • Yaklaşım
  • Stres kaynakları ortadan kaldırılmalı
  • Kısa süre çalışılmalı
  • Aspirin ve NSAI kullanılmamalı
  • En uygun analjezik: Parasetamol

 

 

 

Yorum bırakın

I'M DENTIST sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

Scroll to Top